Mucize nedir?

Uzun zamandır yayınlanmayı bekleyen “insana dair bir hikaye” bu yazıda sizlerle…

Trakya’da gözün alabildiği genişlikte ayçiçeği, karpuz ve mısır tarlalarıyla kaplı, yeşilin her tonunun görülebileceği, denize kıyısı olan şirin bir köy: Altınyazı

Toprakları verimli, insanları sıcak ve sevecen…

Altınyazı köyünde gelincik dolu bahçelerde, tüm çocuklar gibi Koray ile Gonca birlikte oynamışlar, denizde yüzmüşler, okula gitmişler, tarlada ailelerine yardım etmişlerdi.

Koray ile Gonca’nın arkadaşlıkları Üniversite yıllarında da devam etmişti. Koray, Psikiyatrist olarak mezun olduktan sonra İstanbul’da Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde çalışmaya başlamış, Gonca ise Diş Hekimi olmuştu.

Aradan geçen zaman içinde evlenen ve bir çocuk sahibi olan Koray ile Gonca hafta sonlarını; İstanbul Boğazı kıyısında Çengelköy yakınlarında bulunan küçük teknelerinde, muhteşem boğaz manzarası eşliğinde geçiriyorlardı.

Koray, çalıştığı hastanede, günlük yaşamlarından dışlanmış hastalarının sosyal yaşantı içerisine katılması için farklı bir yöntem olması gerektiğini sık sık düşünüyor ve araştırıyordu.

Koray, bir gün; hastalarının ilaç tedavisiyle birlikte hastane ortamının dışında daha rahat edebilecekleri bir ortamda bulunmalarının faydalı olabileceğini Gonca’ya söyledi.

Gonca da; “İyi düşünmüşsün. Ama nasıl olacak? ” dedi.

-“Hastane yönetimiyle görüşüp üç hastayı bizim tekneye götürüp davranışlarını izlemek istediğimi söyleyeceğim” diyen Koray, ertesi gün hastaneye gittiğinde, düşündüklerini Başhekimle paylaştı.

Başhekim Orhan; “Hastaların tedavi amacıyla bulundukları hastane ortamından çıkarılıp hem de teknede tedavilerinin imkansız olduğunu” söyledi.

Önce hayal kırıklığına uğrayan Koray, kısa bir sessizlikten sonra,

Başhekim; -“Sadece birkaç hafta sonu için üç hastanın aileleriyle görüşüp, izin vermeleri halinde teknedeki tüm sorumluluğu üstleneceğim.” dedi.

Başhekim Orhan onun bu konuda ne kadar istekli olduğunu bakışlarından ve konuşmalarından anlamıştı. Bu fikrin, ancak Sağlık Bakanlığı onayı ile hayata geçebileceğini söyledi.

Bu görüşmeden sonra Koray, tekneye götüreceği üç hastayı Oğuz, Ahmet ve Hasan olarak düşündü. Hepsinin ortak özelliği; saldırgan tutum ve davranışlar göstermeleri idi.

Oğuz, uzun yıllar Doğu Anadolu’da teröristlerle mücadele etmiş bir subay; Ahmet, ekonomik sıkıntı içerisinde borçlarını ödeyemeyen bir işçi; Hasan ise, işlemediği bir suç nedeniyle gençlik yıllarını cezaevinde geçiren bir çiftçi.

Koray, üç hastasının aileleri ile görüşüp düşüncelerini ve uygulamak istediklerini anlattı. Onları izin için ikna etmesi iki hafta sürdü.

Başhekim’e ailelerin izni olduğunu söyleyerek, “Sıra Bakanlıktan izin almaya geldi” dedi.

Başhekim; -Madem öyle, ben de hemen izin için Bakanlığa durumu bildiririm.

Koray büyük bir heyecanla akşam eşi ile sevincini paylaştı. Üç hafta sonra gerekli iznin alındığını öğrendiler.

Nihayet; Ahmet, Oğuz ve Hasan hafta sonunu geçirmek üzere,  Başhekimliğin görevlendirdiği hemşire eşliğinde bir ambulansla tekneye geldiler.

Hepsi çok sevinçli, birazda şaşırmış haldeydiler. Çünkü aylar olmuş tel örgülerle çevrili hastane bahçesinden dışarı çıkmamışlardı. Şimdi deniz kıyısında bir teknede olmak onlar için sanki büyük bir mucize gibi olmuştu. Üçü de heyecanla denize bakıyorlar, masmavi denizi, güneşi, gemilerin geçişini, martıların uçmasını, balık tutanları, tarif edilemez bir mutlulukla seyrediyorlardı.

Koray, “Haydi beraber balık tutalım” dedi.

Üçü de heyecanla, -Evet, sonra da pişirelim. Bir güzel ziyafet çekeriz.

Balık tutmaya başladılar, tabii ki balık tutmaları kolay olmadı. Oltaları atıyorlar, boş çıkıyordu. Uzun uğraşıdan sonra birkaç tane yakaladılar. Zaten balık tutmayı ilk kez deniyorlardı. Hatta çoktan beri denizi bile görmemişlerdi.

Oğuz ve Hasan’ın; “Bu balıklar bize yetmez!” dediklerini duyan Koray, diğer teknelerdeki balıkçılardan balık alıp, hep birlikte ızgara yaptılar. Yanına da büyük bir tabak bol limonlu çoban salatasını Ahmet hazırladı. Müzik eşliğinde sohbet ederek, yemeklerini yediler. Kendilerinin tuttukları balıklar ve hazırladıkları sofra, en önemlisi yeni bir şeyler yapmak onları mutlu etmişti.

Daha sonra, birbirlerine kitap okudular. Bundan çok hoşlandılar. Birkaç saat dinlendikten sonra akşamüzeri çay içip, çekirdek yiyerek güneşin batışını seyrettiler. Daha sonra birbirlerine fıkra anlattılar, bilmeceler sordular ve akşam film izledikten sonra, ilaçlarını alıp rahat rahat uyudular.

Ertesi gün; üniversite yıllarından bu yana ebru sanatı ile ilgilenen Koray onlara ebru yapımını anlattı. Oğuz, Ahmet ve Hasan, ebru teknesinin başına geçerek, heyecanla ebru fırçasını sırayla ellerine alıp, fırçadan çıkan boyaların, ebru teknesinin yüzeyini kaplayan su ile buluşmasını ve suyun üzerindeki hareketlerini hayranlıkla izlediler. Hele ebru teknesinde oluşan ebruyu kağıt üzerine aldıklarında ebrunun eşsiz bir güzellik olduğunu, kendi emekleri ile oluşturdukları ebrulara bakarak anladılar. Ebru yapmanın verdiği ruhsal rahatlama, hepsinin bakışlarına, davranışlarına ve konuşmalarına olumlu bir sonuç olarak yansımıştı.

Koray, iki günlük süre içinde olanları izlerken, hastane ortamındaki durumları ile karşılaştırma yaparak, onlardaki değişikliği fark etmişti. Sonraki iki hafta sonu daha aynı şekilde birlikte zaman geçirdiler.

Oğuz, Ahmet ve Hasan, hastanede iken ilaçların etkisiyle çoğu zaman uyuyor, yemek yiyor ve belli saatlerde sadece bahçede geziniyor, genellikle çevrelerine saldırgan davranıyorlardı. Ama şimdi çevrelerine saldırgan davranışlar göstermeyen, daha olumlu tutum sergileyen bambaşka insanlar haline gelmişlerdi. Acaba, “Dışarıda olmak mı?”, “Deniz havası mı?”, “Teknede ebru sanatı mı?” onlara iyi gelmiş ve onları değiştirmişti…

Bu farklılığı hastane yönetimi de gördü. Bu uygulamayı diğer hastalar için de düşündüler. Koray’ın bunun için önerisi; etrafı korunaklı ve denetim altında, on hasta kapasiteli büyük bir tekneydi.

Aynı yöntem, gruplar halinde sırayla hastalara uygulanabilirdi. Bu isteği öncekinden daha kolay kabul edildi. Çünkü sonuçlar ortadaydı.

Ahmet, Oğuz ve Hasan kısa bir deneme sürecinde iyileşme göstermişlerdi. Başhekim de ilk başlarda karşı çıktığı durumu şimdi destekliyordu. Hatta Bakanlık yetkilileri de hastaları ziyaret ederek, onlardaki değişikliği bizzat gördüler, daha büyük tekneyle daha çok hastanın tedavi sürecini desteklediler.

Böylece, kilitli demir kapılar ve tel örgüler ardında kaybolan, günlük yaşamdan en fazla dışlanan akıl hastaları; doktor Koray, teknesi ve ebru sanatı sayesinde, mucizevi bir şekilde dünyaya yeni bir pencere açmış oldular.

Uzun yıllar çalışan ve birçok hastanın hayatına değer katan Koray, teknede uyguladığı bu örnek ve ilham verici yöntemi genç meslektaşlarına bıraktı. Sonra eşi Gonca ile birlikte doğup büyüdükleri Altınyazı köyü sahiline demirledikleri teknelerinde emeklilik günlerini geçirmeye başladı.

Yıllar sonra Başhekim Orhan, Koray ve Gonca’nın kızı İdil ile karşılaşınca “Baban ne yapıyor?” diye sordu.

-“Babam, herkesin bir umudunun, savaşının, kaybedişinin, acısının, yalnızlığının, hüznünün olduğuna; insanın, insan olduğu unutulunca isyan ettiğine ama insanların da mevsimler gibi değişebileceğine ve tüm olumsuzlukların üstesinden gelebileceğine inandığı için; bir insanın, bir teknenin ve ebru sanatının, insan hayatına dokunarak mucizeler yaratabileceğine dair ‘Bir insan ve tekne mucizesi’ isimli kitabını yazıyor…”

NOT:

Bu hikaye; bir süre önce ‘Yaratıcı Yazarlık’ eğitimi alan, yengem Fatma DOĞRU ile birlikte oluşturduğumuz bir hikayedir.

İK’cı Şiir Yazar mı?

İnsan Kaynakları Yönetimi alanında çalışmakla birlikte, ayrıca şiir ve ebru sanatı ile de ilgileniyorum.

2023 yılı Mart ayında yayınlanan “Bir Şiir Kalsın Yarına” isimli kitabımda ebruların da yer aldığı şiirler: “Şiir onu yazana değil, ona ihtiyacı olana aittir” (*) sözünde olduğu gibi artık ihtiyacı olana aittir.

Bu yazıyı; “Bir Şiir Kalsın Yarına ” isimli şiir kitabımın, çok değerli arkadaşımın (Sn. Zuhal Cankurt) ince düşüncesi ve çabası ile Almanya/Stuttgart Şehir Kütüphanesinde yabancı yayınlar bölümündeki kitapların arasında yer aldığını öğrendiğim ve tarifsiz mutluluğu, sevinci, heyecanı yaşadığım gün yazdım.

“Bir Şiir Kalsın Yarına” kitabım yurt içinde ve yurt dışında ona ihtiyacı olan şiir severleri bekliyor…

Şiir kitabımı alan şiir severler aynı zamanda sosyal sorumluluk anlamında da katkıda bulunmuş olacaklardır. Çünkü; kitabın gelirini, omurilik felçlilerinin tekerlekli sandalye ihtiyacını karşılamak üzere Omurilik Felçlileri Derneğine bağışlayacağım.

Şiir kitabım aracılığı ile Omurilik Felçlileri Derneğine destek olan herkese sonsuz teşekkürler…

Kitap destek için:

https://www.kitapyurdu.com/kitap/bir-siir-kalsin-yarina/645003.html&filter_name=bir+siir+kalsin+yarina

Sadece İK’cıların değil genel olarak iş hayatındaki her çalışanın; iş dışında odaklanacağı şiir, ebru, müzik, resim, tiyatro vb. farklı alanlar bulmasının önemli, faydalı ve gerekli olduğunu düşünüyorum.

Böylece, genellikle yoğun ve baskı altında geçen iş hayatı dışında, farklı alanlara yönelmenin; yaşamı zenginleştirmeye, çok yönlülüğü ve olaylara bakış açısını geliştirmeye, kişisel farkındalığı artırmaya, stresle mücadeleyi kolaylaştırmaya faydası olacaktır.

Özellikle; iş dışında farklı alanlarda kendinize ait bir zaman diliminde, kendinizle baş başa kalabilmek, bir şeyler üretmek ve paylaşmak çok özel ve güzel bir deneyim.

(*) Nobel Edebiyat Ödülü sahibi, dünya edebiyatının usta şairlerinden Pablo Neruda’nın yaşamını anlatan 1994 yapımı “Postacı” isimli filmde Neruda’nın mektuplarını taşıyan bir postacı tarafından söylenmiş bir sözdür. Şiir ile okuyucuyu birbirine kavuşturma amacında olan şairin yazdığı şiir’in; insanlar ile kuvvetli bağ kurarak herkesin olması ama en çok ihtiyacı olana bağlanmasını ifade etmektedir.